Blog’umun amacı, trilyon dolarlık ekonomisiyle dünyadaki gelişmelerde önemli bir rol oynayan Türkiye’nin büyük bir ülke olması göz önüne alındığında, bazı kişilerin ısrarla Türkiye’de olup biten olayların büyük bir kısmının dış güçler tarafından yapıldığını savunmasını anlamakta zorlandığımı vurgulamaktı.
Bir süre önce yapılan 2014 “Transatlantik Eğilimler” kamuoyu yoklamasındaki rakamları gördüğümde, aklıma Türkiye’nin kendisini gizemli karanlık güçler tarafından korkutulmuş değil, kendisinden emin hissetmesini gerektiren nedenler geldi. Alman Marshall Fonu gibi kafa karıştırıcı bir isme sahip ama mükemmel bir düşünce kuruluşu tarafından hazırlanan bu rapor, 2002’den beri her iki yılda bir yayınlanıyor. 2014 yayınında ise bol miktarda etkileyici veri var – kesinlikle bakmaya değer. Rapordaki kilit bulgular arasında şunlar yer alıyor:
Türkiye’nin AB’ye katılımına destek artıyor. 2013 yılındaki %45 olan AB üyeliğine destek bu yıl %53’e çıkmış –2006’dan bu yana ilk kez AB’ye katılıma destek verenler çoğunlukta çıkmış. Türkiye’nin NATO üyeliğine kamu desteğinde de ciddi bir artış var: NATO üyeliğini “temel gereklilik” olarak değerlendirenlerin oranı %49 ki bir önceki yıl bu oran %39 idi. Ankete katılanlar arasında Türkiye’nin (mesela AB, ABD ya da Rusya ile birlikte hareket etmek yerine) tek başına hareket etmesi gerektiğini düşünenlerin oranı ise %33’e düşerken, Türkiye’nin AB ile birlikte hareket etmesi gerektiğini düşünenlerin oranı %28’e çıkmış.
Raporda sunulan “Dünya Güçlerine İlişkin Olumlu Güçler” başlıklı beşinci tablo bence özellikle ilgi çekici. Bu tablo, Birleşik Devletler ya da AB’deki insanlarla karşılaştırıldığında Türkiye’deki insanların genel olarak tüm dünya güçlerine karşı (ki seçenekler ABD, AB, Rusya ve Çin) pek olumlu hisler beslemediğini gösteriyor. Ama gene de 2014’te AB ile ilgili olumlu şeyler düşünen Türklerin oranı bir önceki yıla oranla %10’luk bir artışla %45 olmuş.
İster Irak ya da Suriye’deki gelişmeler nedeniyle olsun ister Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi nedeniyle, barışın gittikçe büyüyen bir tehditle karşı karşıya olması belki de Türklerin güvenliği gittikçe artan bir oranla AB ve NATO’da aramasını açıklıyor. Sınırın hemen ötesinde Suriye’deki son gelişmeler, bu eğilimi daha da artıracağa benziyor. Örneğin, kısa bir süre önce yapılan bir ankette, katılımcıların büyük bir çoğunluğu (%52’si) Türkiye’nin IŞİD’e karşı uluslararası askeri bir koalisyonda yer almasını desteklemiş.
Ama insanın içini ısıtan bu uluslararası platformlara dahil olma hissi aynı zamanda ,mesela, son dönemde internet üzerindeki kontrollerin sıkılaştırılması ya da temel hak ve özgürlükler ile güçler ayrılığı gibi konularda, Türkiye’nin AB ile ilişkilerindeki potansiyel gerginlikleri de ortaya koyuyor. Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin yıllık ilerleme raporunda Avrupa Komisyonu, bu alanlardaki endişelerini vurguladı. Türk Hükumetinin bu rapora yanıtı ise olumlu oldu.
Birçok hükumet, ülkelerindeki istikrarın tehdit altında olduğunu düşündüğünde iç mekanizmalar –internet ya da medya- üzerindeki kontrolleri sıkılaştırmak ister. Bu istek, tartışmaya açık olsa da, bir bakıma anlaşılabilir olabilir. Ama aynı zamanda, tecrübeler de, ne kadar çelişkili görünürse görünsün, daha az kontrolün daha fazla istikrar sağladığını gösteriyor.
Bu, aklıma 1979’da Birleşik Krallık Maliye Bakanı olarak görev yaparken, Britanya Hükumetinin yabancı döviz üzerindeki kontrolleri kaldırma kararına öncülük eden Lord (Geoffrey) Howe’nin bilge yorumlarını getirdi.
Lord Howe, bir keresinde bana söz konusu kararın Britanya siyasetindeki bir kaç uykusuz gecesinden birine mal olduğunu söylemişti. Döviz kontrollerinin kaldırılmasından bir gün önce, kimse bir sonraki gün ne olacağını bilmiyormuş.
Nihayetinde, piyasaların serbest bırakılması ki döviz kontrollerinin serbest bırakılması da bu girişimin bir parçasıydı, Britanya’nın mali sektöründe (“Big Bang” olarak bilinen ), Londra’yı dünyanın birinci finans merkezi haline getiren, büyük bir patlama yarattı.
Birleşik Krallık, Türkiye’nin AB üyeliğine uzun bir süredir güçlü bir destek veriyor. Bu amaçla, Türkiye ekonomisini ve Türk kurumlarını güçlendirmeyi hedefleyen pek çok proje geliştiriyoruz. Örneğin, kurumlarda şeffaflık ile ilgili son girişimimiz de bunlardan birisi. Zaman zaman korkutucu ve tehlikeli görünen günümüz ortamında bile, Türkiye’nin milletler topluluğunda uzun vadeli güvenliği inşa etmenin bir yolu olarak AB normlarını yerine getirme yolundaki ilerlemesini devam ettireceğini umuyorum.