Site icon Foreign, Commonwealth & Development Office Blogs

Şehitler ölmez

Bu ayın ilerleyen günlerinde, Çanakkale ya da Gelibolu Seferi’nin 100. yılını anacağız. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetiyle dünyanın dört bir yanından gelen devlet başkanlarının da katılacağı, son derece ihtişamlı bir anma olacak. Majesteleri Kraliçeyi temsilen törenlere, Prens Harry ve Britanya Dışişleri Bakanı Philip Hammond eşliğinde Galler Prensi Charles katılacaklar. Ve haklı olarak, pek çok görkemli resmi tören düzenlenecek. Bu, tarihi bir an. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1934’te kaleme aldığı “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz” şeklindeki asil ruhlu barış söylevi kulaklarımızda çınlayacak.

Ama ben, Çanakkale ruhunu, çok daha küçük, çok daha özel bir anıda yaşıyorum. Gençtim ve Türkiye’ye ilk görevimdi ve 1990 yılında, 75. Yıl Çanakkale Anma Törenleri için Britanya Gazi Derneği (Royal British Legion) temsilen Türkiye’ye gelen küçük bir Britanya ve Kanadalı gruba eşlik etmem istenmişti. Gruba sonradan pek çok Anzak’lı silah arkadaşları da katılmıştı. Bu, Çanakkale gazilerinin katılabileceği son anma töreniydi. İtilaf Kuvvetlerini temsil edenler arasında, yanlış hatırlamıyorsam, en genç gazi 93 en yaşlısı ise 108 yaşındaydı. Bunun, dokunaklı ve insanı mütevazı hissettiren bir an olduğunu düşünmüştüm. Gazilerden pek çoğu, bu topraklara ilk kez geri dönüyordu ve doğal olarak bu, duygusal olduğu kadar çoğu zaman da acı dolu bir deneyim oluyordu. Ben, yarımadanın huzurlu ve güzel doğasını görürken onlar, dostlarını korkunç bir ölüme terkettikleri yerleri görüyordu. Ve anıları canlandıkça, pek çoğu gözyaşları içerisinde kalıyordu.

Tıpkı bugün olduğu gibi o zaman da bu anma töreni, çok çok önemliydi. Birleşik Krallık’ı “Demir Leydi” Margaret Thatcher temsil ediyordu. Ve tıpkı bugün olduğu gibi o zaman da tüm törenlerin en önemli bölümü, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın evsahipliğini yaptığı Uluslararası Törendi. Muhteşem bir tören olmuştu ama ne yazık ki ufak bir sorun vardı: tuvaletlerin sayısı yetersizdi! Belki de töreni düzenleyenler, yaşlı gazilerin çok sık lavaboya gitme ihtiyacı olduğunu unutmuşlardı! Doğal olarak, törenden sonra, sorumluluğumda olan yaşlı gazilerim oldukça rahatsız ve umutsuz bir durumdaydı.

Bir sonraki durağımız, İtilaf Kuvvetlerinin ana çıkış noktalarından birisi olan Ertuğrul Koyu (V Beach) idi. Ertuğrul Koyu’nun hemen yanındaki Seddülbahir Köyüne geldiğimizde bir cami gördüm ve camilerin lavabolarının daima temiz olduğunu bildiğimden, otobüsün sürücüsünden durmasını rica ettim. Otobüs durunca inip caminin bakımından sorumlu kişiden yardım rica ettim ve o da, gerçek bir Türk misafirperverliği göstererek, yaşlı beyleri lavabolara götürdü. Ne kadar rahatladıklarını anlatamam!

Ben de gazilerin geri dönmelerini beklerken etrafa göz gezdiriyordum. Seddülbahir, küçük bir köydü. Hava güneşliydi ve patikanın sonundaki bir bankta, her iki yanına aldığı gençler ile yaşlı bir bey oturuyordu. Otobüsün geldiğini görmüş olacak ki, gençlerden biri yanıma gelerek neler olduğunu sordu. Ben de ona, kaybettikleri silah arkadaşlarını anmak üzere Britanyalı ve Kanadalı gazilerin Çanakkale’ye ziyarete geldiklerini söyledim. Büyük bir heyecanla bankta oturan yaşlı adamın (yanılmıyorsam büyük büyük amcasıydı) 1915’te Britanyalılara karşı savaştığını anlattı. Sonra koşarak amcasının yanına gitti. Yaşlı adama bizleri anlattığını görebiliyordum. Bunun üzerine, yaşlı amca zorlanarak banktan kalktı ve, bir baston yardımıyla, bize doğru gelmeye başladı. Yanımıza geldiğinde kendisini tanıttı, ve 1915 yılında Britanyalılar’ın işgali sırasında 15 yaşında bir delikanlı olduğunu söyledi. İşgalden çok kısa bir süre once köy korucusu olarak kaydedilmişti. Bu hikayesini Britanyalı gazilere tercüme ettim ve yaşlı köylü amcaya da Çanakkale’ye geri dönen yaşlı gazilerin hikayelerini aktardım. Sonra, belki de hayatımda görebileceğim en sıradışı şey oldu. Yaşlı amca, tek tek herbir gazinin, yani eski düşmanlarının, yanına gitti ve yanaklarından öpüp onlara sarıldı. Tahmin edersiniz ki, hepimizin gözleri yaşlarla dolmuştu. Henüz 26 yaşında olan ve savaşa gitmek ve bu insanların yaşadıkları korkunç şeyleri yaşamak zorunda kalmamış genç bir diplomat olarak, bu özel anın bir parçası olduğum için kendimi çok ayrıcalıklı hissetmiştim.

Benim için Çanakkale’nin gerçek ruhunu işte o yaşlı Türk gazinin gösterdiği yüce gönüllülük ve barış temsil ediyor. Atatürk, o asil sözleriyle şehit olan İtilaf askerlerinin annelerine hitap etmişti. Ve o meçhul asker eski düşmanlarına doğrudan hitap edemiyordu (tabii benim pek de mükemmel olmayan çevirilerim dışında). Ortak bir dilleri yoktu. Ama inanın, o noktada hiçbirinin kelimelere ihtiyacı da yoktu. O sarılıp öpme, içlerini dağlayan ortak savaş anılarıyla birlikte, binlerce kelimeye bedeldi. Hepsinin ruhu şad olsun. Şehitler ölmez!

Exit mobile version