Heykeller, çok ince bir güzelliğe sahip. Stonehenge kadar büyük tek parça taşlara Antik Mısır’ı andıran tarzda zarif kuşlar ve avının üzerine atılan hayvanlar oyulmuş.
Ama bu sanat eseri, piramitlerden – ya da Stonehenge’den – 6,000 yıl öncesine ait.
Güneydoğu Türkiye’de, Şanlıurfa ilinin yaklaşık 15 km dışında bulunan Neolitik Çağ’a ait Göbekli Tepe’ye hoşgeldiniz.
Daha önce, Kapadokya’ya Saygılarımla ve Çarpıcı Anadolu ve Gaziantep de dahil olmak üzere Türkiye’nin hayranlık uyandıran tarihi ve arkeolojisiyle ilgili bazı yazılar yazmıştım. Bu ülkede gittiğiniz her yerde, yeni – ve antik – harikalarla çevreleniyorsunuz.
Abarttığımı düşünebilirsiniz. Ama açıkçası bir süre önce birkaç gün izin alma fırsatı yakaladım. Ve dört gün boyunca kervansarayları ve tarihi duvarları 349’da Romalılar tarafından restore edilmiş olan Diyarbakır kalesindeki Büyük Camii’yi; Hasankeyf’in MÖ 1800’den kalan ama 1260’da Moğolların istilasına uğrayan Dicle üzerindeki kalesini ve yıkık köprüsünü; 397 yılında kurulmuş Mor Gabriel Manastırı’nı; camileri, medreseleri ve MÖ. 4000 yılından kalma eserleri barındıran Mardin’deki Mezopotamya müzesini; MÖ. 3000’lere uzanan Harran’daki antik kalıntıları; MÖ. 10,000’ler gibi bir çağa ait olan Göbekli Tepe’yi; MÖ. 62’de yapılmış, ve diğerlerine kıyasla daha bir çocuk olan ama kesinlikle dünyanın en görkemli antik alanlarından birisi Nemrut Dağı’nı; ve gene Gaziantep’i ve o muhteşem Roma döneminden kalma mozaiklerini de kapsayan başka pek çok yeri gezdim. Ve tabii ki tüm bunlara muhteşem bölgesel Türk yemekleri eşlik ediyordu.
Twitter’de beni takip eden herkes – eğer etmiyorsanız, lütfen edin: @leighturnerFCO – tüm bu konularda günü gününe attığım tweetleri görmüştür.
Bu arkeolojik kalıntılar, bugün Türkiye olan bu topraklarda bin yılda emsali görülmemiş farklılıkta medeniyetlerin ve halkların yaşamış olduğunun bir göstergesi alsında. Bazı tarihçiler, Dicle ile Fırat’ın arasında kalan ve günümüzün çağdaş Türkiye’sinin büyük bir bölümünü kapsayan Mezopotamya’yı medeniyetin beşiği olarak adlandırıyor. Bugünün Türkiye’sindeki tarihi güzelliklerin pek çoğu, İstanbul’dakiler de dahil, bugünkü Türklerin ataları tarafından yapılmış ama diğerleri, Osmanlı tarihinden de öncesine uzanıyor.
Gerçekten de Türkiye’yle ilgili herhangi bir tarih kitabını okuyup da yarısını geçtiğinizde hala modern çağın ilk yılına bile ulaşmamış olmanız inanılmaz çarpıcı.
Tüm bunlar, çok enteresan bir kimlik sorusunu da ortaya çıkartıyor. Türkiye, Birleşik Krallık gibi, yıllar boyunca çok farklı halkların hüküm sürdüğü bir toprak. İnsan bazen ister istemez tarihi bir medeniyet ile – mesela Göbekli Tepe’yi ya da Stonehenge’yi yapanlar gibi – bugün burada yaşayanlar arasında net bir ayrım görme isteğinin cazibesine kapılıyor. Birleşik Krallık açısından, Britanyalıların –17. yy’daki Fransız Protestanlar ve son yüz yılın modern göçü ile yaşanan değişimden bile önce – Keltlerden, Romalılardan, Anglolardan, Saksonlardan, pek çok Viking klanından, Normanlardan ve diğerlerinden oluşan son derece karma bir toplum olduğu savı çok yaygın bir kanıdır.
Britanyalı ya da İngiliz olmanın ne demek olduğuyla ilgili tartışmalara göz atmak için, Wikipedia’nın İngilizlerin “ulusal köken efsanesi” ile ilgili bazı ilginç yorumlar içeren “English people/ İngiliz insanları” sayfasına bir göz atın derim.
Tabii bunlar, Britanya’nın bilinen en eski, eksiksiz, insan iskeleti olan Cheddar Adam’ı çok daha ilginç hale getiriyor.
1903 yılında İngiltere’nin batısındaki bir mağarada bulunan Cheddar Adam’ın yaklaşık 10,000 yıl önce, şu anda İngiltere olarak bildiğimiz adanın denizle ayrılmamış bir şekilde bugünün Fransa’sına bağlı olduğu zamanda öldüğü tahmin ediliyor. Yani, bugünün tabiriyle “Britanyalı” ya da “İngiliz” olması mümkün değil.
Gene de, 1996’da, “Cheddar Adam” iskeleti, DNA testine gönderildiğinde The Times dergisinin ifadesiyle “bilimadamlarını hayrete düşürecek bir şekilde Cheddar Adam ile yakındaki bir köyde yaşayan bir tarihi öğretmeni olan Bay Adrian Targett arasında” ve iki kişi ile daha, eşleşme tespit ediliyor.
Bu deney, 20. yüzyıl Britanya’sında yaşayan birinin, Neolitik çağlarda aynı bölgede yaşayan birinin soyundan gelen bir akraba olabileceğini kanıtlıyor.
Bunun bize Türkiye hakkında ne söylediğiyse, benim maaşımı çok aşan bir konu. Ama hiç şüphesiz Türkiye, yıllar içerisinde en az Birleşik Krallık kadar yoğun göç almış ve insanların bireysel ya da gruplar halinde hareketlerine tanık olmuş bir ülke.
Dolayısıyla belki de Türkler, bu güzel ülkeyi dolup taşıran sıradışı arkeolojik hazine zenginliğinden, sadece bu hazineler modern Türkiye’nin sınırları içerisinde olduğu için değil de, aynı zamanda bazı Türkler bizzat bu antik harikaları yapanların soyundan geldiği için gurur duyabilirler.
Bu arada, ister Türk olun ister yabancı, henüz yapmamış olan herkese tavsiyem, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’yu mümkün olan en kısa zamanda gezmeniz. Şimdilik bu bölgedeki eserlerin pek çoğu, Efes, İstanbul ya da Edirne’nin muhteşem eserlerine kıyasla çok az biliniyor. Ama dünya Türkiye’nin geri kalanını keşfettiğinde, bu ülke dünyanın en çekici turist varlığı olacak.